Aynı Mezar Üç Kişiye Yeter mi? Ölümün ve Toplumun Paylaşım Siyaseti
Bir siyaset bilimci için mezarlık, yalnızca ölülerin değil, toplumun düzen anlayışının da sessiz bir arşividir. “Aynı mezara üç kişi gömülür mü?” sorusu ilk bakışta teknik bir defin meselesi gibi görünse de, aslında iktidar ilişkileri, kurumsal denetim ve toplumsal ideolojiler açısından derin anlamlar taşır. Çünkü ölüm bile düzenin dışına çıkamaz. Hatta bazen, ölümün kendisi düzenin en keskin biçimde göründüğü sahnedir.
Mezarın Siyaseti: Paylaşılmış Alan, Paylaşılmamış Güç
Her mezar, bir toprak parçasıdır; ama aynı zamanda bir iktidar göstergesidir. Toprağın paylaşımı, ölümde bile sınıfsal, dinsel ya da ideolojik çizgilerle belirlenir.
“Aynı mezara üç kişi gömülür mü?” sorusuna verilecek yanıt, teknik olarak “bazı durumlarda evet”tir; ancak bu yanıtın ardında toplumsal bir sorgu yatar: Kim kiminle aynı mezara girebilir?
Kimi toplumlarda aile mezarlıkları vardır; aynı soydan gelen bireyler aynı mezarda veya yan yana gömülür. Bu, aidiyet ideolojisinin ölümdeki yansımasıdır. Devletin tanıdığı aile bağı, toprağın bile paylaşımını belirler.
Ancak kimi zaman üç kişinin aynı mezara gömülmesi bir zorunluluk değil, bir dışlanmanın sonucudur: afet sonrası, savaş zamanlarında ya da yoksulluk koşullarında. Ölümde bile eşitlik, ekonomik sermaye ve kimlikle belirlenir.
Peki, eşit yurttaşlık ilkesine inanan bir toplum, neden mezar paylaşımında bile adaletsizdir?
İktidar ve Kurumsal Denetim: Ölümde Bile Bürokrasi
Bir insan öldüğünde bedenin nereye konulacağı, devletin ve dini kurumların belirlediği kurallar çerçevesindedir. Belediyeler mezar yerini tahsis eder, Diyanet defin kurallarını belirler, sağlık kurumları ölüm belgelerini onaylar. Her aşama, devletin görünmeyen elinin ölüm üzerindeki hâkimiyetini gösterir.
Bu noktada Foucault’nun “biyopolitika” kavramı hatırlanır: iktidar sadece yaşamı değil, ölümün biçimini de yönetir.
Üç kişinin aynı mezara gömülmesi, bu yönetimin bir istisnası değil, bir yansımasıdır. Çünkü her istisna, iktidarın sınırlarını gösterir.
Yoksullar, kimliği olmayanlar, mülteciler ya da felaket kurbanları çoğu zaman aynı mezarda bulunur; çünkü sistem, onlara ayrı bir yer ayıramamıştır. Toprak burada hem barınak hem dışlama aracıdır.
Peki, devletin görevi bireyi yaşatmak mıdır, yoksa ölüsünü düzen içinde tutmak mı?
İdeolojinin Sessiz Alanı: Mezar ve Kimlik
Mezar, ideolojinin taşlaştığı yerdir. Üzerine kazınan isim, tarih, dua ya da simge; hepsi bir ideolojik bildiridir. Aynı mezara üç kişinin gömülmesi, bu ideolojik bireyselliğin çözülmesi anlamına gelir.
Bir mezar, “tekil kimliğin anıtı” olmaktan çıkıp “ortak kimliğin sembolü” haline gelir.
Bu duruma toplum nasıl tepki verir?
Bazıları için bu bir “saygısızlık”, bazıları için “kardeşlik” göstergesidir.
Burada mesele, ölümün kendisi değil; ölümün anlamının kim tarafından tanımlandığıdır. İdeoloji, ölümü bile şekillendirir.
Hangi ölü hatırlanacak, hangisi unutulacak, kimin mezarı mermerle kaplanacak, kimin mezarı isimsiz kalacak? Bunların hepsi ideolojik tercihlerdir.
Bu durumda şu provokatif soruyu sormalıyız:
Bir mezarı paylaşmak mı daha politik, yoksa tek başına gömülmek mi daha ayrıcalıklı?
Erkek ve Kadın Bakışları: Güç, Katılım ve Toplumsal Hafıza
Erkek egemen siyasal kültür, ölümü genellikle “kahramanlık”, “onur” veya “şehadet” üzerinden anlamlandırır. Aynı mezara üç kişi gömülmesi, bu kültürde bir “istisna” olarak görülür; çünkü bireysel hatırayı, kişisel gücü siler.
Erkeklerin stratejik bakışı, mezarı “hatırlanacak bir alan” olarak kurar; isim, tarih ve anı önemlidir.
Kadın bakışı ise mezarı bir “paylaşım alanı” olarak görür. Onlar için ölüm, dayanışmanın ve toplumsal hafızanın devamıdır. Aynı mezara gömülmek, varoluşun birleştirici yönünü simgeler. Kadınlar mezarı kutsal kılar, erkekler anıtsallaştırır.
Bu fark, toplumsal düzenin cinsiyetli yapısını da gösterir: kadın, hayatın devamını temsil ederken; erkek, ölümü bir miras ve güç simgesine dönüştürür.
Vatandaşlık ve Eşitlik: Ölümde Paylaşımın Politik Anlamı
Modern toplumlarda “vatandaşlık”, eşitlik söylemi üzerine kuruludur. Ancak ölümde bile bu eşitlik bozulur.
Bazı ölüler “resmî mezarlıklara” kabul edilir; bazıları gayriresmî alanlara gömülür.
Bazılarına anıt dikilir, bazıları kimliksiz kalır.
Aynı mezara üç kişinin gömülmesi, bu eşitsizliğin hem fiziksel hem sembolik ifadesidir: sınıf farkı, kimlik farkı ve statü farkı ölümde bile silinmez.
Eşit yurttaşlık sadece yaşarken değil, ölürken de sınanır.
Ve belki de en keskin soru burada ortaya çıkar:
Ölümde bile eşit olmayan bir toplum, gerçekten demokratik midir?
Sonuç: Ölümde Bile Siyaset Vardır
“Aynı mezara üç kişi gömülür mü?” sorusu, yalnızca defin yönetmeliğinin değil, toplumsal düzenin aynasıdır.
Evet, gömülür. Ama bu “evet” yanıtı, sadece fiziksel bir durumu değil, aynı zamanda bir siyasal metaforu da taşır.
Mezar, paylaşımın en somut biçimidir:
Bazıları için zorunluluk, bazıları için aidiyet, bazıları için unutuluş…
Sonunda geriye şu sorular kalır: Toprağın altı mı daha adil, yoksa üstü mü? Üç kişinin paylaştığı bir mezar, toplumun eşitliğine mi işaret eder, yoksa adaletsizliğine mi?
Etiketler:
#SiyasetBilimi #İktidar #ToplumsalDüzen #Vatandaşlık #İdeoloji #ToplumsalCinsiyet #ÖlümSiyaseti #Eşitlik